Okan Avcı, İstanbul Üniversitesi Sualtı Teknolojisi bölümünde okuduğu dönemde sinema sektöründe oyunculuktan fotoğraf asistanlığına kadar pek çok işte çalışmış genç bir yönetmen. Bu süreci bir gün kendi filmlerini çekmek için gerekli birikimi yaratmak adına etrafını gözlemleyerek geçiriyor. Bu biriktirme sürecinin sonunda kendini hazır hissettiğinde babaannesinin yaşam öyküsünü ve Türkiye’nin siyasi hayatını konu alan ödüllü belgesel filmi Kadim’i yazıp, yönetiyor.
Telvin’de sizi etkileyen ne oldu da, belgeselini cekme isteğini duydunuz?
13 yaşından beri Erkan Oğur’u dinliyordum. Fethiye’de yaşayan kasabalı bir dinleyicisiydim. Öyle konser falan da değil, sadece kasetten dinliyordum. Çok sonra İstanbul’a geldiğimde konserlerine gitmeye basladım. Aynı zamanlarda da sinemacı olmaya karar veriyordum. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ve sinema tüm hayatı içerdiği icin bayağı çekici geliyordu. Bir yandan sinemayı ve müziği keşfederken, öbür yandan Telvin dinlemeye, canlı performanslarını izlemeye devam ediyordum. Tam o dönemde bir şeyler yazmaya başladığımda Rainer Maria Rilke’nin bir dizesi üzerinde çok düşünüyordum: “İnsan, huzur bilmez gezginden başka bir şey değildir.” Hep bir arayıştayız, hayatın sürekli değiştiğine inanırız. Büyük düşünürlerin sözlerini hayatımızı değiştirmesi umuduyla hayatımızın merkezine koyar, onları anlamaya sabır göstermeden yaşarız. Sonra placebo etkisi gibi etkisi geçer, rutin devam eder. Ben bütün bunlar üzerine düşünürken, Telvin yaptığı müziği değişim gerçekliğinin temeline oturtuyor ve durmadan devam ediyordu. Bu beni çok etkiledi. Telvin ‘hâlden hâle geçmek’ demek. Kendini tekrar etmeyen doğaya uyum sağlama çabaları, hâlden hâle geçerek müzikte doğaçlamaların içerisinde kaybolmak, hâli başka bir hâle dönüştürmek, kendi koyduklari sınırları kaldırmak… Daha da önemlisi, bütün bunları mütevazi bir sekilde sohbet eder gibi yapmak. Bu durumu anlayıp, belgeselini yapmak istedim. Müziklerini risk alarak hayatın gerçekliğinin içinde icra ediyorlardı. Bence bunun belgeleme fikri bile çok zevkli bir süreç. İlk filmim “Kadim”in müziklerini Erkan Oğur yapmıştı, aramızda karşılıklı bir güven oluşmuştu. Yapımcılarımdan biri olan Ömer Birol da projeyi destekleyeceğini söylediğinde filme hazırdık.
Filmin DOCUMENTARIST’teki galasında Turgut Bekoğlu ve İlkin Deniz’in aksine, Erkan Oğur’un başta belgesel fikrine sıcak bakmadığını, zor kabul ettiğini söylediniz. Çekimlerde zorluk yaşadınız mı?
Ben bu karşılıklı güvene güvenip belgeseli yapma isteğimi söylediğimde Erkan Oğur önce “hayır” dedi. Bir şeylerin kayıt altına alınması ve sınırlandırılması kavramına uzak duran bir müzisyen. Belgesel de böyle bir durum içeriyordu hâliyle. Biraz sabrettim. Derdimin Telvin’i bireysel formlar üzerinden değil, değişimin müziğini yapma çabası üzerinden anlatmak olduğunu söyledim. İlkin Deniz ve Turgut Alp Bekoğlu başından beri desteklediler. Erkan Oğur da kabul edince Güney turnesi için yola çıktık. Başta sadece konser çektik. Röportaj yapmak için erken olduğunu düşünüyordum. Beraber geçirdiğimiz uzunca bir sürede günlük hayatlarına dahil olduk. Bize tamamen güvendiklerini hissettiğimde konuşmaya başladık. Samimiyet için yolun bizi yakınlaştırmasını bekledim. Sadece dört kişiden oluşan çok iyi bir çekim ekibimiz vardı. Sinematografi’yi yönetmen olan arkadaşım Serkan Yüksel üstlendi. Fotoğrafçı arkadaşım Özgül Özgüle hem kamera kullandı, hem de yolu fotoğrafladı. Burcu İpek de loading kısmını üstlendi. Sanırım beş kişi olsaydık, samimi olma hâlinden çıkardık. Özellikle titizlendiğim şey, set havasını asla yaşatmamaktı. Onlarla arkadaş olup, yola devam ettik. Ve sonuç itibariyle anlatımda samimiyeti başardık diyebilirim. Az kişi olmanın yoruculuğu vardı, herkes gereğinden fazla çalıştı ama herkesin filme inanması benim şansımdı. Filmin sonunda herkes mutluydu.
Erkan Oğur yaşamının bundan sonraki döneminde ‘sessizliği’ tercih edeceğini, az ve öz konuşup tüm iletişimini müziğiyle kuracağını söylüyor. Belki de onu bu kadar çok konuşurken gördüğümüz son yer bu belgesel olacak. Bu samimiyeti nasıl kurdunuz?
Ben en başından beri “Telvin”i anlatmak için yola çıktım. Niyetim saf ve temiz olunca, başka çıkarlar gözetmeden sadece bunun peşinden koşunca samimiyet de oluştu sanırım. Arkadaşlarım da bana inandı ve projeye devam ettik. Erkan Oğur’da da benzer bir şey oldu bence. İnsan kendini ifade edebildiği yerlerde olmak ister. Biz bir şeyler paylaşırken mutluyduk. Bu da belgesele yansıdı. Çıkan film bir bireyin değil, müziğin filmiydi, herkes bunun farkındaydı.
Erkan Oğur Telvin’in çıkış noktasını anlatırken “Sadece birbirimize bakalım ve çalalım dedik’ ifadesini kullanıyor. Onlar içlerinden geldiği gibi müzik yapıyorlar, sizse bunu belgelediniz. Nasıl bir yöntemle ilerlediniz bunu yaparken?
Sohbet ederken anlattıkları kavramları doğada bulmam gerektiğini hissettim. Bu nedenle belgesel ağacın içerisindeki kaynak suyu ile doğup, sualtı mağarasından başlıyor. Bir durup nefes alarak her şeyin sürekliği değiştiğini doğada izleyebiliriz gibi geliyor bana.Telvin’in müziğini görsel ve işitsel olarak doğada bulmaya çabaladım. Kaş Körfezi’nde gün batımında teknede konser vermeleri ya da Galata’da bir binanın tepesinde çalmaları gibi sahneleri düşündüm. Şanslıydık ki, bunların hepsini yapabildik.
Turgut Bekoğlu’nun vücudunu bir enstrüman gibi kullanıp kendinden geçerek çaldığı an film icin bence bir ‘kopuş anı’ydı. Siz belgeselin en özel anını nerede yakaladığınızı düşünüyorsunuz?
Bence de iskele sahnesi. Müzisyenler de gerçek Telvin’in orada ortaya çıktığını düşünüyorlar. Telvin’i bir okul olarak görüyorlar ve o iskele sahnesi o okulda oldukları anlardan biriydi. Doğaçlama gelişti. Turgut Bekoğlu’nu yastık çalarken çekecektik. Sonra birden İlkin Deniz bassıyla çıkageldi. Erkan Oğur gitarıyla katıldı. Terliklerini çıkarıp, iskelenin ucuna oturdular ve çalmaya başladılar. O an doğru bir şey yaptığımızı düşündüm. Planlanmamış bir şey için risk alıyorsun ve ortaya böyle yaratıcı bir şey çıkıyor,Telvin’in müziği gibi.
Telvin bir müzik belgeseli, ama aynı zamanda da bir yol hikâyesi. Sonunda bir film çıkardığınız bu yolculuk size ne öğretti?
Büyük sözler etmeye gerek yok, bunların hepsini doğa söylüyor. Yol bir varoluş biçimi ve biz her an yeni bir şey öğreniyoruz. Görüp, görmek istememe kararını biz veriyoruz. Telvinbir okulun hikâyesi. Bu yolculuk bize uyumun aslında doğada varolduğunu, doğayı izlememiz gerektiğini bir kez daha gösterdi.
Telvin galasını yaptı, DVD’si yayınlandı. Filmin bundan sonraki durakları nereler olacak? Festivallerde görecek mi seyirci?
Filmimizin DVD’si kitapevlerinde ve müzik marketlerde. DOCUMENTARIST ile festival süreci başladı ve devam edecek.
Bundan sonraki filminiz konusunda kafanızda bir fikir oluştu mu?
Oluşan fikirler var ama biraz daha etrafı izleyecegim. Hazır olduğumda yine risk alacağım.
Kaynak: http://www.alternatif-istanbul.net/2012/06/okan-avc-uyum-aslnda-dogada-sadece.html