80’li yılların mühim albümlerinden, Bülent Ortaçgil’le Fikret Kızılok ortaklığı ?Pencere Önü Çiçeği? yeniden yayımlanınca kapısını çaldık. Ortaçgil’e albümü, müzikal denemelerin beşiği Çekirdek Sanatevi’ni, o yılları anlattırdık.
80’li yılların kısır ortamında çıkmış, iki şarkı yazarını bir araya getiren mühim bir albüm, ‘Pencere Önü Çiçeği’ geçtiğimiz günlerde yeniden yayınlandı. Bu vesileyle Bülent Ortaçgil’in kapısını çaldık, albümü, Çekirdek Sanatevi’ni, Fikret Kızılok’u konuştuk. “Biraz kendimi toparlayıp o günleri hatırlamam lazım”, diyerek biraz düşündü ve anlatmaya başladı.
Çekirdek’ten konuşalım…
Çekirdek Sanatevi, Fikret’in (Kızılok) 1982’de temelini attığı, çok mantıklı, esprili bir kurguydu. Orada çalmamı istedi, Fikret’le o vesileyle tanıştım. Çekirdek’teki ilk konserim ‘Rüzgâra Söylenen Şarkılar’ adıyla yayınlandı. Sonra bir dayanışma içine girdik ve ilerleyen zamanda ciddi bir ahbaplık geliştirdik. Başta ona yardımcı olan Ahmet Sırmaçek ayrılınca ticari anlamda ortak oldum, sanatevini birlikte yürütmeye başladık.
Neredeydi Çekirdek Sanatevi? Neler yapıyordunuz?
Fikret’in Çatalçeşme’deki muayenehanesinden bozmaydı. Tanıştığımızda diş hekimliğine devam ediyordu. Ben de mühendislik yapıyordum. Sonunda birlikte olmaya karar verdiğimizde ikimiz de işlerimizi bıraktık. Çok küçük, 20-25 kişinin konser izleyebileceği bir mekândı Çekirdek. Müzikal denemeler yapılsın, insanlar izlesin, giderken kasetlerini alsın istiyorduk. O zaman telif hakları yasası yoktu, bakanlık ürünleri denetlemiyordu. Dolayısıyla kaset yayınlamak kolaydı. Dinletilerden bir seçki yapılıyordu ve bu seçkiler kasete aktarılıp dinleyen insanlara bilet parası mukabili verilmek üzere basılıyordu. Bu, üstesinden gelebileceğimiz bir prosesti.
Kimler geliyordu dinlemeye?
Önce etraftan insanlar geliyordu. Sonra faaliyetler basında yayınlandı, oradan haber alanlar, bizleri tanıyanlar, müzisyenler ve müzisyenlerin etrafındaki insanlar geldi ve böylelikle bir aile oluşturdu.
Dinletilere nasıl karar veriyordunuz?
Çekirdek, müzik deneylerinin yapıldığı yerdi ve insanlar özgün bir projeleri olduğu sürece bunu hayata geçirme olanağına sahiptiler. Bizim bir otosansürden geçirmemiz gerekmedi bunları, çünkü etrafımızdaki insanlar müzisyendi, tanıyorduk zaten. Sonrasında belirli bir yere gelen grupların çoğu ilk Çekirdek’te çalmıştır: Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, Gündoğarken… Maria Rita Epik, Robert Johnson, Erkan Oğur, İlkin Deniz, Jak Esim, Engin Noyan, Rubi Bastida gibi isimler de vardır.
Konser verenlerin şarkı yazıyor olması önemli galiba…
Elbette, bizim bildiğimiz alan oydu; bir şarkıyı dinlediğimizde güzel ve yerinde olup olmadığını zaten anlıyorduk. Dolayısıyla gelenler ister istemez şarkı yazıcılar oluyordu.
Bir yandan da ‘İlkçağ’da Anadolu Müziği’, ‘Engizisyon Şarkıları’, hatta ‘Adorno ve Müzik’ gibi başlıkları olan dinletiler yapılmış, kasetleri yayınlanmış…
Onlar, Fikret’in entelektüelliği çerçevesinde seçtiği, bir anlamda provokatif isimler koyduğu çalışmalardır. Fikret’in olaylara radikal bir bakışı vardı ve onları insanlara provokasyonla tanıtmayı, rahatsız etmeyi seviyordu.
Bu sizi rahatsız etmiyor muydu? Şarkılarında da var çünkü bunlar: Ajda Pekkan’ı hedef alan ‘Şarkıdaki Maymun’, albümde sizin söylediğiniz ‘Entellektüel’…
Benim stilim değildi. Küt, bire bir, ne olduğıu belli olan, birisi adına yazılmış ya da dinlendiğinde birisini çağrıştıran şarkıları çok beğenmediğim aşikâr. Fikret’in provokatif, abartılı ve insanları dinlediğinde şoka uğratan şarkıları içinde güzel örneklerden birisidir ‘Entellektüel’. Ben şok etmekten haz duyan biri değilim açıkçası. İnsanları ikircikli bırakmaktan daha fazla zevk alırım, belirsizlikle karşı karşıya gelmeleri daha fazla hoşuma gider. Fikret bunu çok iyi kullandı, sonrasında da sürdürdü. ‘Why High One Why’ı Bodrum’a giderken arabada yazmıştı Fikret, espriyi ortak bulmuştuk ve yazarken neredeyse arabayı çarpıyorduk gülmekten! ‘Demirbaş’ onun bu tür şarkılarının pik noktasıdır. Benim hoşuma giden bir şakacılığı vardır. ‘Entellektüel’de bu acı bir mizahtır. Anlaşılmaz, az bilinen sözcükler üzerinde oyunlar…
Şarkı yazmaya nasıl başladınız? İki şarkı yazarının ‘birlikte’ bir iş yapması çok da rastlanan bir durum değil.
Ortaklık zordur. Farklı türden insanlar, birbirinin eksiğini, açığını kapatabilenler ortaklık yapabilir. Şarkı yazmak da biraz öyle. Olmazsa olmazı, egonuza fren koymak zorundasınız. Çünkü şarkı tek kişinin fikrinden çıkan, tek kişinin beğenisini temsil eden, tek kişinin yazdığı bir şey olduğu için ikili şarkı yazıyor olmak beraberinde mutlaka uzlaşmayı getirmek zorunda. Bizim birlikte yazdığımız şarkılar ne onun şarkılarına ne de benimkilere benzer. İkimizi yüzde yüz temsil ettiğini de söyleyemeyiz. Ama ikimizin de onayını almıştır ve bu kadardır. Utanmayız. Fikret’le farklı yerlerden hatta farklı kültürlerden geliyorduk. Ben Anglosakson kültürüne yatkındım, o Fransız kültürünü iyi biliyordu. Böylelikle periferimiz bir anda genişlemiş oldu. Giderek, ahbaplığımız süresince bir ortak dil de oluşturduk. Karımdan daha fazla Fikret’i görüyordum, sabah akşam birlikteydik. Birbirimizi de etkiledik. Ben doğadan denizden hiç hoşlanmayan bir adamken bir anda değiştim ve çok hoşuma gitti bu durum. Fikret cesaretliydi ve az parayla trilyonların olsa yaşayamayacağın keyifte bir hayat yaşamayı bilen bir adamdı. Genel gidişin dışında bir hayat kurabilmişti kendisine. Ben o zamana kadar mühendislik yapmış, maaşlı bir adamdım ve öyle bir hayata çok zor adapte oldum. Bozburun’a yerleşmem de bunlar sonucu oldu zaten.
Nasıl bitti Çekirdek?
Fikret’le sürekli şarkı yazdığımız bir dönem vardır. TRT’nin bize ısmarladığı çocuk şarkıları, tekniğimizin geliştiği, ortaklığın iyi yürüdüğü bir döneme tekabül eder. Ben işin müzik tarafını çok kolay üstleniyordum. Fikret de çok çabuk söz yazabiliyordu. Böyle bir şey istenince, iki günde o şarkıları yazıverdik. Ama bu süreçte kişisel farklılıklar da ortaya çıkıyor. Giderek birbirimizden rahatsız olduk ve dostluğumuz da zedelenmeye başladı açıkçası. Tam o sırada bandrol ve telif yasası çıktı. O kadar kolay kaset basamaz olduk. Her hafta bir ürün yayınlayan bir plak şirketi düşünün, bu elbette mümkün değildi. Bu nedenle prodüksiyon ağırlıklı bir şey yürütmek durumunda kaldık ve dinletileri sonlandırdık. Ama bu, Çekirdek’in kuruluş mantığını sıfırladı. ‘Pencere Önü Çiçeği’ bu dönemlerde çıktı. Teknik olanaklar çerçevesinde yapılmış, dinlenebilir ilk kayıtlardan biridir. Sonrasında Sibel Sezal, Sonay, Gülbeniz gibi şarkıcıların albümlerini yaptık. Dinleti kayıtlarının tarihsel ve dökümanter anlamı olabilir ama zayıf bir teknolojiyle kaydedilmiştir.
Onları yeniden yayınlamak mümkün mü?
Ortaklığımız biterken ‘Pencere Önü Çiçeği’ hariç bütün Çekirdek külliyatını Fikret’e bıraktım. Kullanım hakkı ondadır. Fakat bildiğim kadarıyla bu dinletilerde yer alan insanlar o kayıtların eski amacından farklı olarak çoğaltılmasına sıcak bakmıyorlar. Hem teknik olarak bir sürü hata var, hem de müzisyenler böyle kayıtlarının ortalıkta dolanmasını pek istemezler. O nedenle bu saatten sonra kullanılmasının zor olduğunu düşünüyorum.
Çekirdek sonrasında Fikret Kızılok’la bütün ilişkinizi bitirdiniz mi?
Bir iki kere karşılaştık. Yeni bir şeyler yapmaktan söz ediyordu fakat dünyayı gerisingeri geçebilmek zor iş. Olan oluyor, güzelliğiyle, çirkinliğiyle yaşanıp bitiyor. Onu tersyüz edip tekrardan yaşamaya kalkmak mümkün değil zaten. O yüzden bu tür bir işbirliğimiz olmadı sonrasında. Bu albümler de yıllarca bu nedenle yayınlanamadı. Fikret’le pek görüşmediğimiz için o yayınlayacak olsa benim izin vermeyeceğim aşikârdı, ben yayınlamak istesem o karşı çıkacaktı. Sonra oğlu Yağmur’la böyle bir şeyin arşiv niteliğinde yayınlanmasının uygun olacağını düşündük ve yayınladık.
Yazı: Murat Meriç
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Radikal Gazetesi
18/10/2008