Wittgenstein ‘Üzerine konuşulamayacak şeyler hakkında susmak gerekir’ der. Susmanın, konuşmama olduğunu var sayarsak doğru. Ama susarken konuşan insanlar da var. Suskunluğun içindeki sesi yakalayıp bir ömür o ses ile konuşan. Sözü, sessizliğin kozasında saklayan. Sonra o kozanın içine kendisi de giren. Bir ömür hiç çıkmayan.
Erkan Oğur. Her bir yanı ses olmuş, özünü sessizlikte bulmuş bir derviş. Konuşurken bile susan, sustukça sessizliği azalan bir dil. Başlangıçtan önce var olan, sonu başlangıçta bulan bir söz. Varlığını hiçe karıştırmış, hiçi de var eyleyip öze düşürmüş bir isim.
Zamanın ve mekânın dışında dermanını arayan, dermanını unutup derdinin peşine düşen; kim bilir belki de olmayan bir şeyi bulmaya çalışan; arayışını varlığının öncesine koyan bir ad. Sesi bulmak için özünü teslim eden bir hakikat. Sözcükleri, renksiz bir karanlığın ışığıyla ve dipsiz bir sessizliğin sedasıyla ve hiç susmayan bir suskunluğun naifliğiyle dile getiren bir can. Söz ile değil öz ile yol alan bir ozan.
YOLU VAR EDİP YOLCULUĞA ÇIKARSIN
Kendi dışınızda bir şey aramayın. ‘Gözlerinizi içinize daldırın’. Her şey orada. Hiçbir şey de orada. Varınızı yok etmeyin. Yokluğunuzu unutmayın. Varlık ve yokluk içindesiniz. İkisi de sizde. İkisi de sizsiniz. Varlığınızı, yokluğunuza borçlusunuz. Yokluğunuz ise varlığınız ile anlam kazanır.
Anlam aramayın. Zamanın vermediği, yaratılışta eksik kalan bir şey anlam. İçinize dönün. Kendinizi görün. Kendiniz yok içinizde. Kendiniz olmaktan vazgeçtiğinde bulabilirsiniz kendini. Ya da bulduğunuzu sanırsınız. Bu bir arayış. Sadece arayış. Öncesi ve sonrası yok. Hiç olmadı zaten.
Yolun sonu gözükmüyor. Aslında yol da yok. Nitekim var edip yolu, öyle çıkarsın yolculuğa. Nereden geldiğini bilirsin; ama nereye gideceğini bilemezsin. Durup soluklanacak bir yer kalmamıştır yolda. Tek başınasındır. Bunların hepsini biliyordun. Lakin merak ettin. Lakin sen, sen olmak istedin. O vakit girdin bu yola.
MARİFET, PERDESİZ OLMAKTA
Dönülmez bir yolun sesi, menzili, feneri oldun. Yanacağını bile bile ışığa koştun. Yandığında ışık saçtın. O ışık hüzmesi, karanlığın üzerindeki perdeyi kaldırıyor şimdi. Anlıyoruz ki marifet perdede değil, perdesiz olmakta imiş. Sese, perde vurmadan susuyoruz. Artık yol boyunca perdesiz bir sesten konuşuyoruz. Konuştuğumuz duyulmuyor. Çünkü konuşmuyormuşuz. Meğer konuşurken susuyormuşuz.
Perdesiz bir sükûnetin vakurluğunu giyinin. Kelimelerin değerini bilin. Söze kıymet verin. Az konuşun. Bakın Tanrı hiç konuşmuyor. Ondan ders alın. Konuşurken dilsiz birinin sizi izlediğini unutmayın. Onun sesine ortak olmak için sessizliği konuşun.
Suskunluk içe doğrudur, ses ise dışa. Sesinizin peşine düşmeyin. Suskunluğunuzu görün. Özünüze bakın. Özünü bulan insan konuşamaz. Girişteki cümleyi tekrar okuyun. Yalnızca susun.
SUSMAKTIR İŞİN ÖZÜ
Neye yormalı, nasıl açıklamalı veya neyle tarif etmeli? Müzik nedir? Nota, söz, insanlar, olaylar, kavramlar… Müzik bunlar mıdır yoksa bunları da içeren aşkın bir şey midir? Müzik, ses midir sessizlik mi? Saf müzik, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bir sestir. Irmaktır. Güvercin taklasındaki hışırtıdır. Buluttur. Yere düşen dolunun hırçınlığıdır. Boğazına bıçak vurulan bir hayvanın son gözyaşı damlasıdır. Vahşettir. Pir Sultan’a atılan taşın izidir. Kardeşini öldüren Kabil’in pişmanlığıdır. Müzik, ses değildir. Müzik, sessizliktir. Konuşmayan, dile gelmeyen bir sırdır müzik. Sırr-ı hakikattir. Adem ile Havva’nın yasak meyvesidir. Tanrı’nın sesidir. Tanrı’nın sessizliğidir. Alemin nurudur. Kopuzdur müzik. Veya Erkan Oğur’dur. Her ne olursa olsun perdesizdir kesinlikle. Çırılçıplak bir öznedir. Söz olmayandır müzik. Söze dökülemeyendir.
Susmaktır işin özü. Herkesin konuştuğu bir çağda susabilmektir. Kelamını tartmaktır. Konuşurken utanmaktır. Çekinmektir. Meşktir konuşmamak. Suskunlukla hemhâl olabilmektir bütün mesele. Özünü dara çekmektir. Uyanmaktır. Rüyadır sessizlik. Uyanınca dahi değişmeyen bir rüyadır suskunluk. Perdesiz gitardır. Ve ‘varlığının müzik olduğunu anladığında susan’ bir Erkan Oğur’dur.
CEMİL KOZ
Birgün Gazetesi
Pir, sufi insan..