Bir ömürlük misafir Erkan Oğur

Bundan yıllar öncesiydi. Şarkılarda, türkülerde anlatıldığı kadar bir gurbet akşamını yaşıyordum. Adamakıllı bir soğuk vardı dışarıda. Avrupa’nın kuzeyinde, soğuk mu soğuk ayaz mı ayaz bir geceydi. İnsanın içini ısıtmayan kaloriferli bir odada, yağan karın penceremdeki şekline bakıyorum.

Bildiğiniz bir yalnızlık ve meteorolojik bir destek, gökten yere inen. Etraf geceye inat, beyaza çalıyor. Alnımı dayamışım soğuk pencereye, müzik çalarımda efkârlı mı efkârlı parçalar ardı ardına sıralanmış. Edith Piaf mı desem Gilbert Becaud mu, yoksa Leonard Cohen mi, hangi dokunaklı ses vardı bilemiyorum. Anlayacağınız adam gibi bir sükûnet ve yaşamı adam gibi yaşamak için geçerli sebeplerim vardı.

Sanırım Piaf’la Champs-Élysées Bulvarı’na giderken, Cohen’le soğuk New York’un Clinton Street’ine uzanıyordum bir bakıma. Şarkılar kâh Kiel’e kâh Heidelberg’e kâh Prag’a farklı zamanlarda yolculuklar yaptırıyordu. Müzikler, sanki arka sokaklardan geliyor, yanımdan Kibritçi Kız geçiyor, her kibritte benim bir düşüm görünüyordu sanki. Bazen de Raskolnikov selam veriyordu. Neyse, soğuk ve karlı bir Avrupa gecesiydi. Her değişen şarkının akabinde mekânım da değişiyor, hayalimdeki ortamım gittikçe yurdumdan uzaklaşıyordu. Şarkıların, böyle tayyimekan ettirmede güçleri olmadığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz.

Sıradaki şarkının ne olduğunu bilmeden, fütursuzca seyrimde dolanırken, bir cura sesi duydum. Ama cura da ne cura! Biraz öncesine kadar soğuk Avrupa’nın soğuk karlarına bulanmışken ötem berim, sobasında odunların yandığı, yanmış kestane ve portakal kabukları kokan bir Bayburt yahut Muş, hiç olmadı Bilecik evi hissiyatı duydum. Şarkı, ‘Pencereden Kar Geliyor’ idi. Pencereden sahiden kar geliyordu. ‘Aman annem, gurbet bana zor geliyor’. Bu da tastamam doğru, zor geliyordu bana da. Bismillah! Aman dedim, ne oluyoruz, bu ses de neyin nesi, nereden süzülüyor, nerdeyim?

Sonra, sonra ne oldu tam hatırlamıyorum, sanırım kendimden geçmişim. Fakat o şarkı, dimağımın çeperine yapışmış bir cevşen gibi beni zırhlıyordu. Ama o ses, o gecenin o yoğun atmosferinde ölüyü dirilttiğini diriyi de öldürdüğünü sandığım o ses, sanki İsrafil (as) sûrunu üflüyor. Bense, üstümdeki kara bulutları dağıtıyordum hâsılıkelâm. Mağripten maşrığa beni tiz vakitte taşıyan o ses, o müzik, Erkan Oğur’dan başkası değilmiş, ayıldığımda öğrendim.

Nice yerde yazılıdır Erkan Oğur şunu yapmış, bunu etmiş diye. Ettekraru ahsen, demeyeceğim. Beni bu sefer tekniğinden ziyade pratiği ilgilendiriyor. Bir caz eğitimi almış, dünya müziğine hâkim bir müzisyenliğinden öte beni ilgilendiren taraf ise Oğur’un bir ayağının batıda bir ayağının da doğuda olması. Halkın müziğini dinlemeyen halkın bir kısmına ibadet huşusu gibi dinleten Oğur, belki yıllardır ihtiyacını hissettiğimiz filozof tavırlı müzisyen boşluğunu giderdi kanımca. Müziğin ucundan bucağından tutmuş her kim varsa, Erkan Oğur ismi üzerinde ittifak kurmuştur. Garip, değil mi?

Değil arkadaşlar, değil. Müziğin teorik tarafından mekteplisi olmuş Erkan Oğur, üzerine pratik olarak da felsefesini, üslubunu tamamlamış alaylısı da olmuş ve halkın asıl ihtiyaç duyduğu müziği vermiş onlara. Nihayet magazin olmaksızın, karizmatik olabilmek için polemiklere girmemiş, hatta televizyonlarda hiçbir bol reytingli programda reklamını yapmamış böyle bir sanatkârın konserlerinde iğne atsanız yere düşmüyor. Erkan Oğur’un nice konserinde bulundum. Ne bir şovunu gördüm, ne de sansasyonel bir hareketini. Fakat asıl sansasyon müziğiydi Erkan Oğur’un.

Beni o soğuk gecelerde yalnız bırakmayan Erkan Oğur, omzuma dokunup “Ne sahibim bu yerde ne kiracı, sadece bir ömürlük misafirim ben.” diye fısıldamıştı. O zamandan bu yana, günümüzde yaşayan en büyük sanatkârlardan biri diye tanırım üstadı. Bir Ömürlük Misafir, Gülün Kokusu Vardı, Hiç, Anadolu Beşik ve Fuad adlı albümlere imza atmıştı Erkan Oğur. Fakat siz de bir iki müziğini, üslubunu duyduktan sonra hemen bir sonraki eserde Erkan Oğur’un imzasını duyar anlarsınız. Hatta hatırlayacak olursanız, 1996 yılındaki Eşkiya filmindeki müziklerde yine Oğur’un sesini, nefesini ve o narin nâğmesini anımsayabilirsiniz.

İstanbul’daki müzikseverlere de bir güzel haber vereyim o halde. Erkan Oğur ve onun kadar önemli arkadaşı İ.Hakkı Demircioğlu 25 Ekim’de yani haftaya cumartesi CRR’de ‘Dünün Yarını, Bugündür’ adlı bir konser verecekler. Şayet Oğur’u seviyorsanız ve bu konseri kaçırırsanız hakikaten üzülürsünüz. Yok, tanımıyorsanız bu tanışma fırsatını da kaçırmayın derim.

19 Ekim 2008, Pazar
h.dursunoglu@zaman.com.tr

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir