Kainatta Bir Zerre Bile Değiliz

Erkan Oğur’un kainatın gidişatını, müziği ve ölümü anlattığı için ‘Dönülmez Yol’ adını verdiği yeni albümünde 19 parça yer alıyor. Oğur’un müziğini sevenler, özleyenler ve yeni tanıyacaklar için bir ziyafet niteliğinde.

* “Müzik kainat boyuncadır. İnsan nefsine hakim olamayıp ona yaklaşmaya heves eder. Ve insan varlığının müzik olduğunu anladığında susar” diyorsunuz albümde. Çıkan albüme bakınca, susmuyorsunuz.

Nefsimize hakim değiliz demek ki hâlâ. 

* Müziğin sonu suskunluk mudur?
Bu anlayış meselesi. Ben varlığın kendisinin müzik olduğunu düşünüyorum. Her şeyin tınladığını, bir vibrasyon ve enerji olduğunu anlamış vaziyetteyim. Dolayısıyla bütün varlıklar, müzikle tarif edilebilir diye bir düşüncem var. Diyelim ki bir nesnenin hiç sesi çıkmıyor, biz duyamıyoruz ama var bir sesi. O zaman aslında sesi çıkan da bir, çıkmayan da. Dolayısıyla suskunluk da bir müzik biçimi olabilir. 

* Müzik yapmayı becerenlerin bir  ayrıcalığı yok mu?
Yok tabii. Siz olmazsanız benim müziğimin hiçbir manası yok. Bütün varlıklarla paylaşım içersindeyiz. Müzik birdir ve herkes onun içindedir. O yüzden   susmak veya susmuyor olmak fark  etmiyor müzik için. 

* Albümü dinlerken meditasyona  girmiş gibi oluyor insan. 
Bunu yakalamak için uğraşmadım  ama bunu hissettim. Yıllardan beri yaptığım müzikte gördüm ki, insanı içinde  bulunduğu halden başka bir hale taşıyan bir durum var. Onu ben şifa olarak tarif  ediyorum.

“Aslında çok neşeliyimdir”
* “Müzik ruhun gıdası değildir”  demiştiniz daha önce. Ama şimdi “Şifa”  diyorsunuz.
Ama ben bunu üreten kişi için söylüyorum. Bizim için doğum sancısı, stres, beyin mıncıklaması, bel, sırt ve karın ağrısı, dolaşım ve sindirim sistemi bozukluğu demek. Ben 12 saat çalıştığımı ve kalkıp yürüyemediğimi hatırlarım. Yani yapan kişi için ıstırap ama sonuçta çıkan albüm şifa verici bir özellik taşıyabilir. Benim için kabus, ben içimden atıp kurtulmak istiyorum. 

* Kurtulamazsınız ama herhalde. 
Evet o yüzden suskunluğa doğru kaçış var. Müziği üreten için o müzik, ondan kaçılmış bir şey. Ben bu müziği bir kez yaptım ve daha da yapamam yani. O anda çalındı söylendi yani, tekrarı yok. 

* Albümlerinizde hep hüzün var. İnsan merak ediyor, bu adam hep mi hüzünlü mü diye!
Ben aslında çok neşeliyimdir. Ama insanlığa baktığınız zaman kainatta, biz zerre bile değiliz. Birbirimizi kırıp döküyoruz, yalan söylüyoruz, gülüyor eğleniyoruz, ağlıyoruz, savaşıyoruz, ne yapıyorsak artık, ama kainatın bundan haberi yok. Öyle büyük bir yalnızlık ki bu! Bu bana çok hüzünlü geliyor, o yüzden neşeli şeyler çalamıyorum. Yoksa komik bir adamımdır. Ama müziğimin puslu, hüzünlü ama yüksek bir enerjisi ve dingin bir hali de var.

Ve Fikret ve  Bülent ve  Erkan…

* 21. yüzyılda hâlâ türkü yazılabilir mi?
Yazılır tabii. Bülent Ortaçgil onu yapıyor mesela. Müziğinin yönü batıya dönük ama yaptığı iş kentin türküsünü söylemek. 

* Albümde Fikret Kızılok’a ithaf ettiğiniz bir şarkı ve bir Bülent Ortaçgil parçası var. 
İkisi de arkadaşlarım. Fikret gitti. Bülent’le babalarımız çocukluk arkadaşı. Ben gitarı onda gördüm, ondan öğrendim. Bülent’in evinde birlikte çalar dururduk. Sonra Çekirdek Sanatevi döneminde Fikret Kızılok’la tanıştım. Üçümüz başlatmıştık orayı. Sonra onlar biraz daha ticari yaklaşarak, orayı bir firmaya dönüştürüp prodüksiyon yapmaya başladılar. Ona benim onayım yoktu. Fikret çok güzel söz yazabilen biriydi ve çok güzel yemek yapardı. Bülent’i de biliyorsunuz, çok iyi bir ozan ve düşünür.

Röportajın tamamı Milliyet Sanat mayıs sayısında.

Röportaj: Nazan Özcan 
Fotoğraflar: Hüseyin Özdemir

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir