Erkan Oğur adını bir altbaşlık altında tanıtmaya kalkışmanın pek anlamlı olmadığının farkındayız. Çünkü, Türkiye’deki müzik ortamına kazandırdıkları kadar, Dünya ölçüsünde buluşlara da imzasını atan bir müzisyen olduğunu düşünürsek, onun da tek başına bir kitabın konusu olabileceğini söylememek haksızlık olur. Türkiye’de müzik ufku itibariyle, onun kadar bir müzik nosyonu olan müzisyen sayısı yok denecek kadar azdır. Oğur, gitarı çok genç yaşta iyi çalmakla kalmamış, henüz yirmi iki yaşındayken -1976- yaptığı özel g3itar türüyle, dünya ölçüsünde bir ilkin yaratıcısı, mucidi olmuştur. Bu dönem, sanatçı, gitardaki perde sistemini kaldırıp, sınırlı bir aralık içerisinde, sonsuz bir ses imkanı sağlayan “perdesiz gitar”ı yaratmıştır. Bu yolla, benzerine az rastlanan bir sound’un imkân ve kapılarını aralamıştır. Oğur, bir türlü manyetik yaylı cihaz olan e-bow’la, Türk musikisi esinli tınılar, ezgiler yaratıp, müzik dünyasına hoş tatlar katar.
Bu cihaz yoluyla sanatçı, Türk müziğini anımsatan değişik soundlar üretiyor. E-bow’u bazı Ortaçgil şarkılarında da kullandığını söyleyebiliriz. Bu buluşların yanında, g3itarın her türünü virtüöz düzeyinde çalan, halk müziğinden doğaçlama caza uzanan g3eniş bir spektrum içinde sayısız geleneksel etnik ve modern enstrümanı kullanabilen bir ustadır.
Oğur, tüm bu özelliklerine rağmen, müzik ortamına hep seçici bir tavırla yaklaşır. İstediği, arzuladığı müziklerin peşine takılan bir müzisyendir. Kısa dönemler pop ortamının seçkin şarkıcı ve grupların da arkasında çalmıştır. Ama onu en çok ilgilendiren, özellikle son yedi-sekiz yıldır yaptığı albüm ve film müzikleridir. Projelendirilip, daha hayata geçiremediği sayısız uğraşı bilinir. Örneğin uzun yıllardır, bir trio olarak oluşturduğu Telvin grubu, uzun aralarla çalmaya devam etse de, albüm çıkaramamıştı. Öte uçta, makam müziğinin ve halk müziğinin karakterini yenileyen, yapısını değiştiren, ilg3inç albümler yayımlamıştır. Tüm bu özelliklerin yanında, Oğur uzun yıllardır Ortaçgil’de düo ve grup çalışmalarında yer alır. Ortaçgil’in müziğine yeni tınılar, renkler kazandıran bir müzisyen olduğunu herkes bilir. Bu uzun soluklu birlikteliğin en önemli nedeni, Ortaçgil ve Oğur ailelerinin yıllardır yakın dost olmaları. İkisinin de babaları Lise ve tıp Fakültesi döneminde yakın arkadaştırlar. Doktor olan babalarının aileleri, Ortaçgil’le ABD’ye gitmeden önce, Ankara’da yakın dostluklarını sürdürmüşler; sonra iki ailenin de İstanbul’a yerleşmesiyle, dostluk devam etmiştir. Bülent’in kardeşi Ercüment ortaçg3il’in yaşıtı, 1954 doğumludur Oğur. Yıllar boyu Bülent ortaçg3il’in müzik serüveninin yanında durmasının en önemli nedenlerinden biri bu köklü dostluktur. Bugün ikisi de birbirlerinin müziğine saygıyla, sevgiyle bakarlar, desteklerler. Ama, ikisi aslında apayrı mecraları temsil eder.
Bu kesite, Oğur’u biraz ayrıntılı tanıma ihtiyacı duyduk. Ama, başta söylediğimiz gibi, Bir Ortaçgil grubu üyesi olarak değil; kendi özel süreci içinde. Oğur’un doğum yeri Ankara. Onun en az caz kadar, bir halk müziği ve etnik müzikler tutkunu olmasının nedeni, Elazığ’da okuduğu ilk ve ortaokul sıralarında eğitim enstitülerinden gelen hocaların ona kazandırdığı kültürel ve sanatsal vizyondur. Bu yüzden, birikimin köklerini bu ildeki ilk gençlik dönemlerine bağlar. Keman ve saz türlerine eğilimli bir çocuk-gençtir Oğur. Üniversiteye Ankara üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nde başlar. Gitarla 1971 yılında tanışır. Ancak, bu eğitimi bırakıp 1973’le beraber yine öğrencilik yapmak için Almanya’ya yerleşir. Onun tek tutkusu gitar ve müzik olduğu için, burada da süreç içinde okuldan kopar. Az önce değindiğimiz “perdesiz gitar” burada 1976 yılında yapılmıştır. Bu dönem özellikle klasik gitar üzerine yoğun çalışmalar yapmaktadır. Oğur’un Türkiye’ye dönüş yılı 1980’dir. Çünkü bu yıl, İstanbul’daki Türk Müziği Konservatuarı’na öğrenci olmuştur. Telli halk müziği enstrümanlarında yetkinleşmesini yanında, okula başladığı yılla beraber İstanbul Gelişim Orkestrası’nda ikinci gitar olarak yer almaktadır. Bu dönem, grubun üyesi Selçuk Başar’la beraberdir. Oğur, okulu dört yılda bitirir. Onun kendi adına ilk kayıtları, amatör kökenli de olsa, Çekirdek Sanat Evi bünyesinde gerçekleşir. Birçok önemli müzisyenle yapılan projelerde yer almasını yanında, daha önce değindiğimiz, Ortaçgil’in Rüzgarla Söylenen Şarkılar’ında ve Ortaçgil – Kızılok projelerinde de göze çarpar. Çekirdek bünyesinde çıkan ilk albümü Perdesiz Gitarla Arayışlar adını taşır. Oğur’un bu pozisyonda, kemancı Erkan Şimşek’le birlikte yaptığı Mistik Arayışlar adlı, doğaçlamaya yaslanan ilginç bir albümü daha vardır. Bu çalışmalar özgün, ama amatör ruhlu kayıtlardır. Çok sınırlı bir müziksever kesimin elinde bulunur. Erkan Oğur ismini geniş kesimler, MFÖ’nün büyük patlama yapan 1984 albümü “Ele Güne karşı Yapayalnız” albümündeki perdesiz gitar sololarıyla tanır. Bir yıl sonra, Oğur gruptan ayrılıp askere gitmek zorunda kalır. Askerlik döneminden sonra, sektörün kalifiye bir müzisyeni olarak çalışmalarına devam eder. 1987’lerle birlikte Ortaçgil’le de düo çalmaya aktif biçimde başlamıştır.
Sanatçı 1989 yılında bu kez ABD’de yaşar, müzik yapar. Türkiye’ye 1990’da dönüşünde, sekiz telli bir gitar yapmıştır. Bir yıl sonra, Ortaçgil’in Oyuna Devam’ında yer alır, düo çalışmalarını sürdürürler. Oğur, bu süreçte, aslında kendine ait bir müzik ve sound oluşturmuştur, beste ve düzenlemeleriyle bir albüm projesi çıkarmıştır ortaya. Ama, dönemin müzik sektörüne, özgün, arayış dolu sound’u hiç cazip gelmez. Yine bu dönemler, değinmeye değer uğraşlarından biri de, seferat müziği yapan Jak-Janet Esim’le yaptığı stüdyo ve konser çalışmalarıdır. Oğur Esim çiftiyle birlikte, 1989 yılında Türkiye’de Judeo Espanyol Ezgiler adıyla, etnik kökenli bir albüme imza atmıştır. Aynı üçlü bu kez Okay Temiz’in katılımıyla Antik Bir hüzün – Judeo Espanyol Şarkılar, 1492–1992 adlı bir albümde daha aktif rol alır. Yahudi müziğinin beş yüz yıllık, İspanya’dan Ortadoğu’ya uzanan göç serüveninin müzikal bir panoramasıdır bu albüm. Oğur aynı zamanda, Ortaçgil’in öyküsü içinde söz ettiğimiz, 1992 – 94 yılları arasında süren, elli konserlik Janet – Jak Esim ensemble turnesinde de bulunmaktadır.
Oğur’un kendi adına hazırladığı albüm projesi, bir Alman firmasından ilgi görür. Ve ilk solo albümü Fretless adıyla 1994’te yurtdışında yayınlanır. Bu albümdeki çoğu parçada, akustik gitarıyla ortaçgil de çalmaktadır. Buza parçalarda, bir dönem Ortaçgil’le yaptığı Avrupa turnelerinde buluşup çaldıkları ünlü gitarist Philip catherine de katkıda bulunur. Parçalardan birinde Aydın esen’e keyboard’uyla rastlanır. Perdesiz gitarı, besteleri, düzenleme biçimi ve ilginç sound’uyla, Oğur benzersiz, mistik bir müzik tarzı çıkarmıştır. Birn arayış müziğidir yaptığı ve yoğun rafinelik taşır.Bu albüm, sonraki yıllar, Türkiye’de bir-iki küçük değişiklikle Bir Ömürlük Misafir adıyla piyasaya çıkar. Oğur’un müzisyenliği kadar, müziğinin de geniş kesimlerce tanınmasını, onun hazırladığı bir “soundtrack” sağlar. Türkiye’de Vizontele’ye kadar, en çok gişe yapan Türk filmi kabul edilen, Yavuz Turgul’un “Eşkıya” filmi için yaptığı müzik ve düzenlemeler onu büyük bir popülariteye ulaştırır. Filmin etkisiyle, iki yüz bin’i aşan bir satış yakalar albüm. Bu süreçle birlikte stüdyo çalışmaları yoğunlaşır.
Oğur bu dönem, binlerce yıllık bir kültürel birikimin, mirasın içinde arayışlara yönelir. Bir araştırmacı kimlikle eğilir geleneğe. Bu müziğin sesleri, makamları, ritimleri, usülleri, formları, türleri ve özellikle çalgılarına başvurarak, bu mirastan seçilmiş örnekleri yepyeni bir düzenleme ve yorumla, ama özüne sadık bir biçimde çalar ve söyler. Bu araştırmacı özende en önemli yol arkadaşı, eski dostu, okul arkadaşı, divan ustası İsmail Hakkı Demircioğlu’dur. Bu sanatçıyla Gülün Kokusu Vardı (1998) ve Anadolu Beşik (2000) adıyla iki özgün albüm yayınlar. Sesiyle türkülerin bir kısmını söyler. Yani vokalist kimliğiyle de son beş yıl içinde bir Oğur vardır gündemde. Çoğu anonim, sayısız türküyü, apayrı bir kişilik ve müzik tadıyla sunar dinleyenlere. Oğur’un bu perspektif içinde, Okan Murat Öztürk’le 1999 yılında bir düo albüm olarak yayımladığı Hiç, aynı müzik çizgisinin, farklı, özgün bir yorum niteliğindedir.
2001 yılının Ekim ayında Oğur’un çok ilginç bir düo albümü daha çıkar. Bu kez ünlü duduk ustası Givan Gasparyan’la hazırlanmıştır bu albüm. İkili, albüme Fuad adını vermiştir. Çalışmada bambaşka bir mistisizmle karşılaşılır. Oğur, düzenlemeleri yaparken, çoğu geleneksel Türk ve Ermeni türkülerini bambaşka bir müzik mecrasına çekmiştir. Ama en önemlisi, bu albümde yer alan dört yeni bestesi, sanatçının müzik tavrında ve felsefesinde bir kopuşa doğru gittiğinin izleriyle doludur. Sanki kendine özgü bir inanç sistemi oluşturmakta, bunu müziğinin ve sound’unun kopmaz parçası haline getirmektedir. Bu yeni mistik açılımın köklerini Türkiye’de çıkan ilk solo albümü Bir ömürlük Misafir’de yakamaya başlamıştık. Fuad albümündeyse, onun müzikal anlamda bir sıçramaya dönüştüğünü gördük. Üstüne çok konuşulacağını düşündüğümüz bu yeni albümle Oğur’un müzik vizyonu, içe doğru derinleşen inanç bizimi, onu başka bir müzik tavrına yöneltmiş.
Görüldüğü gibi, Oğur’un aslında Ortaçgil’den çok farklı bir müzik tavrı, algı biçimi vardır. Ortaçgil’in sound’unu, eskiden beri çeşitlendiren, zenginleştiren ilk müzisyendir. Eskilere dayanan kardeşliğin, diyalogun bu bağlamda büyük katkısı vardır. İkisi de kendi müziklerinin, şarkılarının peşindedir. Birbirlerini farklı bağlamlarda etkilerler. Ama, kendi müzik kişiliklerinden hiç ödün vermezler. Oğur’u bu kitap vesilesiyle kısacık tanıtmak huzur bozuyor. Müziği, yaratıları üstüne, çok titiz çalışmalar yapmaya değer bir müzisyen olduğunu yıllardır herkes biliyor. Bakalım, bu bağlamda, ona dair bir araştırmacı çalışmalara kim adım atar.